The Witcher 3: Wild Hunt İnceleme

Ağaçlar salıncak gibi sallanıyor, kızgın fırtına donuk manzaranın içine akarken akbabalar da tepede daireler çiziyor. Rüzgardan ürperiyor, yağmurdan ıslanıyor, baskın atmosfere karşı atınızı sürmeye devam ediyorsunuz. Bu dünya, sanki daha önce hiçbir oyun dünyasında olmadığı gibi karşılıyor sizi. Yoğun, ama bir o kadar da yalnız. Hayat dolu olmakla yitip gitmenin arasında, karşınızda çıkacak krallıkların kaleleri ne kadar ihtişamlıysa, çevrenizdeki doğada sinsice gizlenen bir kötülük var. The Witcher 3: Wild Hunt'ın yaşam ve ölüm dolu dünyasına hoş geldiniz.



Karşılaştığınız manzaralar ve yaşayan atmosfer her ne kadar muhteşem görünse de burada yılmayan bir acı var. Giriş bölümünden sonra haritada görüneceği üzere insan toplulukları, ufak köyler oluşturarak dört bir yana dağılmış durumdalar. The Witcher 3'ün sizi doğasıyla karşılaması, yeni başlayan yolculuğunuzda en yakın dostunuzu tanımanızı sağlıyor: atınızı. Açık dünya olmasıyla birlikte "keşif" kelimesinin basacağınız her toprak parçasında bile geçerli olacağı oynanışta, farklı köy ve krallıklara atınızla ilerliyorsunuz. The Witcher 3'ün dünyasıyla birlikte tümleşen bu yolculuklar, oyunla bağ kurmanızı sağlayacak en önemli anlardan oluyor.


Ayrık köylere uğrayarak avlandığınız ilk saatler, nereye bakacağınızı biliyorsanız ana hikaye örgüsünü unutturan bir keyif veriyor. Geralt olarak çevreleri canavarlarla sarılmış köylüleri koruyor ve işimizi yapıyoruz. Bu noktada daha ilk izlenimden bile göz çarpan savaş sistemine değinmek isterdim ancak onu ayrı bir başlıkta, yeri gelince dillendirmekte fayda var. Şimdiki dikkatimiz tamamen köylerde bolca bulunabilecek araştırmaya dayalı avlar, yani yan görevler. Oyunu yalnız kovboy mantığında oynadığınız ve kendinizi araştırmaya verdiğiniz noktada fantastik dönemin en merak uyandırıcı olaylarıyla karşılaşıyor, korku dolu hikayeleri açığa çıkarıyorsunuz. Üstelik bu hikayeler öyle bir işlenmiş ki, açık dünyada olmanıza rağmen sanki belirli noktalarda sizi kendine çeken, atmosferden ve temel görevinizden kesinlikle koparmayan yolculuklardan bahsediyoruz. Düşmanlardan düşen notları değerlendirmek, kasaba ve köy girişlerindeki yazılara göz atmak bu yolda sizi en güzel şekilde ödüllendiriyor.
Hikaye olarak The Witcher 3, gündem sağ olsun herkesin bildiği üzere, Geralt'ın evlatlık kızı Ciri'e odaklanıyor. Oyun boyunca iz peşinde ilerleyerek Ciri'yi bulmaya çalışıyoruz. Tabii bu görevde birbirinden ihtişamlı krallıklar, serinin eski oyunlarından tanıdık yüzler, karanlık bataklıklardan deniz mavisi manzaralara açılan yerleşimlerle karşılaşıyoruz. Oyunun merkezi sayılabilecek Novigrad'te yapabilecekleriniz bir yana, sizle birlikte nefes alan bir şehir kokusu alıyorsunuz. İlerledikçe tanıdık krallıklarla işbirliğine giriyor, burada bahsedersem beni sopalayacağınız gerçekler öğreniyorsunuz. Oyunun temel hikaye örgüsünü bir örümcek ağına benzetebiliriz. Kendinden ipeksi, sağlam ve üstündeki dokularla birlikte dağılmamayı başarabilen... Üstündeki dokular da elbette bahsettiğim yan görevler ve keşfedilmeyi bekleyen efsaneler oluyor.


Başka bir merak edilecek husus büyük ihtimalle grafik kalitesi olacak. Bu hafta içerisinde yayınlanan birçok karşılaştırma videosunda da gözünüze çarpmış olacağı gibi, The Witcher 3'ün ilk halinden eser yok sanki. İlk duyuru sinematikleri ve oynanış videolarından bu yana oyunun grafik kalitesi gözle görülür bir şekilde azaltılmış. Özellikle yaşan dünyada uçuşan herhangi bir nokta ve parçacıklar yerini hiçliğe bırakmış. Bu elbette The Witcher 3'ün grafiklerinin kötü olduğu anlamına gelmiyor; CD Projekt Red'in daha iyi bir performans için ufak şeylerden ödün vermesi son derece anlaşılır bir durum. Video kıyaslamalarına girmeden oyuna baktığınızda zaten renklerin canlılığı gözünüzü alacak, savaş esnasında kullanılan animasyonlar hoşunuza gidecek. Şahsen ben rol yapma oyunlarında grafik diye bir şey aramadığım için bu konuda çok fazla da gözlem yapamadım. Ha, The Witcher 3 grafik kalitesine göre yeni nesil bir oyun mu? Kesinlikle evet. Nefes alan bir dünya inşa etmek, dokularına kadar her noktasını düşünmek ve içinde yaşayacak karakterlere mimik oturtmak her yiğidin harcı olmasa gerek.
Bilgisayarına servet adamış birçok oyuncunun saman altında arayacağı iğneye gelecek olursak, The Witcher 3 kimi noktalarda kare oynatma hızında düşmeler yaşıyor. Belirli savaş anları ve hava durumuna bağlı ortamlarda fark edilecek bu durum yapımcı stüdyonun söylediğine göre yamayla birlikte düzeltilecek. Oyuncuya bağlı olarak değişiklik gösterse de bu frame problemleri şimdilik ciddi bir mesele değil gibi görünüyor.


Savaş sistemi konusuna adım atmadan önce öncelikle kendi yaklaşımımı anlatmak istiyorum. The Witcher 3'te Geralt ile bir savaşçı, daha doğrusu bir 'Witcher' olmaktansa kendime araştırmacı rolünü taktım. Kendi çapımda rol yapmamı gerçekleştirdim bile. Çünkü savaş sistemiyle karşılaştığım ilk andan itibaren içimde yanıp tutuşan savaşçı ruhu çoktan sönmüştü. Daha çok ince elenip sık dokunulmuş yer altı hikayeleri ve fantastik canavarların efsaneleri peşinde koştum. Araştırmak için öldürüyor, yeni bir yere vardığımda en az 3 saat vakit harcıyordum. Açık alanlarda da Geralt'ın yeni yeteneği olan Witcher hisleri de araştırmayı seven bir oyuncuyu fazlasıyla meşgul edebiliyormuş. Ayak izleri, kan, koku ve büyü sezimi sayesinde kendimi çevrede sürekli bir şeyler araştırırken buluyor, gitgide daha da ilginçleşen görevler dizisinde kayboluyordum. Peki sözümona güzelim savaş sistemine karşılık bunu neden tercih ettim? Çünkü lanet olası savaş sistemi The Witcher 2'nin hemen hemen aynısı da ondan.
Ağır bir rol yapma oyuncusu için şartlar mükemmel olabilir, gerçekçi fizik sistemi ve hikayenin geçtiği çağın izleriyle birlikte daha çok strateji üzerine oturtulmuş bir düşünce olabilir. Ama bu 2015'te çıkmış bir oyun için olamaz, olmamalı! The Witcher 2'den bu yana oyuna hiç yakıştıramadığım, bir türlü anlam veremediğim o hantal dövüş sistemini görünce gözümden yaş geldi. Yapımcı stüdyo büyük ihtimalle temel kitlenin alışkanlıklarını bozmamak üzerine bu sistemin üzerine sadece daha "hareketli" animasyonlar eklemiş. Zaten seriyi seven oyuncular için savaş sistemi herhangi bir problem teşkil etmeyecek, benim şu anki yakarışım tamamen "şu da olsa harika olacak da" demek için.
Savaş sisteminin özeti aslında dediğim gibi birebir The Witcher 2 klonu olarak ilerliyor. Hafif ve ağır saldırı için kılıçlarınızdan birini savuruyorsunuz, ve çoklu savaşlarda düşmanları etkisiz hale getirmek veya korunmak için büyülü simgeleri kullanıyorsunuz. Bunlar tekrar bir önceki oyundan hatırlayacağımız büyüler; Quen, bir büyü kalkanıyla gelen saldırıyı blokluyor. Igni, düşmanı mangala atıyor. Yrden, tuzak olarak hepsini yavaşlatıyor. Aard, büyülü bir güç patlamasıyla hepsini geri itiyor ve Axii de düşmanları sersemletiyor.


Aslında insanlar ve harpie'ler ile dövüşürken kendinizi pehlivan gibi hissedebilirsiniz Çünkü insanlara karşı olan parry sistemi ve harpie'lerdeki crossbow atışı işinizi kolaylaştırıyor. Ama bunlar dışında diğer düşmanlarla karşılaşmak, MOBA oyunlarında ilerlemek için farenin sağ tuşuna saniyede 3 kere basmak gibi. Ağır veya hafif saldırı fark etmiyor, yuvarlanmak anlamsız. Çünkü Geralt bu hareketlerden sonra düşmana vurabilecek zamanı bulamıyor. Tüm bunları yine upgrade sistemi ile daha az sıkıcı hale getirmek mümkün. Ancak eğer savaş sistemine ısınamazsanız, upgrade'ler de o noktadan sonra pek bir şey ifade etmiyor.
Atmosferden yeterince bahsettiğimiz göre yine The Witcher 3'ün doğasına nefes veren elementlerden biri olan ses ve müzik konusuna değinelim. Rol yapma oyunu kategorisinde oyuncular tarafından en çok didiklenen aramalardan biri de oyunların soundtrack albümleridir, buna şüphe yok. Başında saatler harcadığınız maceranızda kulağınıza yerleşmiş ezgileri ve tansiyon yükseldikçe giren orkestraları hatırlayacak olursak, The Witcher 3'ün müzikleri çok hoşuma gitti. Hatta müzikler, atmosfer bütünü açısından bir önceki oyundan daha başarılı olmuş diyebilirim. Kasaba ve köylere göre ayrılan tınılar, belli belirsiz alanlarda durup etrafı izlemenize ve müziği dinlemenize neden oluyor. Seslendirme konusunda pek ön plana çıkmayan stüdyo, bu sefer güzel bir işe imza atmış. Başarılı seslendirmeler sayesinde karakterler gözünüze daha bir dolu görünüyor, diyaloglar ise daha dikkat çekici hale gelmiş.


The Witcher 3: Wild Hunt'ın uzun bir süre sonra bir oyuncuda bırakabileceği en büyük anı bana soracak olursanız üstüne basa basa belirttiğim dünya tasarımı olacak. Bir rol yapma oyunu olmasına rağmen herhangi bir açık dünya oyununa tokat atabilecek derecede dolu, bütün ve canlı. Hangi platformda olursa olsun eğer rol yapma oyunlarından hoşlanıyorsanız verdiğiniz emeğin karşılığını alacaksınız.



Google Plus'da Paylaş

About Unknown

    Blogger Comment
    Facebook Comment

0 yorum:

Yorum Gönder