'Souls' kelimesini duyan birçok oyuncuda farklı duygular oluşur. Kimisinden nefret nidaları duyarsınız, ama büyük bir çoğunluksa ayıla bayıla bahseder Souls serisinden. Hatta işi biraz daha ileri taşıyıp Demon's Souls ve Dark Souls'un başlı başına bir tür oluşturduğunu bile söyleyebiliriz. “Yok canım artık” mı diyorsunuz? Emin olmayın. Önce bir Lords of the Fallen’a bakın.
Lords of the Fallen dışarıdan bakıldığında her yönüyle “ben özünde Souls’um arkadaş” diyor. Keza oyunun başına geçtiğimde de farklı şeyler söylediğini duymadım. Ancak bu, oyunun Dark Souls kadar kaliteli olduğu anlamına gelmesin. Lords of the Fallen’ın özündeki amaç Dark Souls’un tüm oynanışını alıp biraz daha kolaylaştırarak oyunculara sunmak. Bu yolda yaptığı hatalarsa oyunun bir Souls kadar kaliteli olmasının önüne geçmiş.
“Bana tatava yapma.”
Lords of the Fallen, benzerinin aksine daha doğrudan anlatımlı bir hikayeyle karşımıza çıkıyor. Oyunun başında tek bildiğimiz Harkyn adlı bir mahkum olduğumuz ve dünyamıza yapılan saldırı sonrasında kendimizi affettirmek için serbest bırakıldığımız. Baştan sona kadar oyun size çok az hikaye kırıntısı veriyor. Oyunun ortalarından sonra hikaye kendini göstermeye başlasa da ilginizi çok fazla çekeceğini söyleyemem. Özellikle hikayenin vasatı aşamayan sonunu görmemin ardından Lords of the Fallen’ın hikayesi için olumlu bir şey söylemem pek mümkün değil.
Hikayeyi az ötede bıraktığımızda karşımıza RPG oyunlarında görmeye alışık olduğumuz bir diyalog sistemi geliyor. Fakat oyun burada da yeteri kadar başarılı bir iş çıkarmamış. Hikayenin iyi olmaması sebebiyle diyaloglar zaten ilginizi fazla çekmiyor. Bunun üstüne diyalogların kalitesizliği ve karakterlerin saçma el kol hareketleri oyundan soğumanıza yol açabilir.
İncelemeye oyunu kötüleyerek başladık fakat Lords of the Fallen’ın iyi yanları azımsanacak gibi değil. Hikayenin oyunda zaten ufak bir araç olarak yer aldığını hissediyorsunuz. Sizi oyunda tutansa mekan tasarımları ve zorlu dövüş sistemi olacak. Mekanlar oldukça görkemli bir şekilde tasarlanmış. Her ne kadar iri yarı bir adam olsak da etrafımızdaki her şeyin büyük tasarlanması yüzünden kendimizi bu dünyadaki ufak ve çaresiz biri gibi hissetmemiz oldukça mümkün. Mekanların görkemi ve büyüsü başta cezbetse de bu durumun sadece birkaç saat sürmesi oldukça üzücü. Oyun ilerledikçe mekanların tekrar etme sorunu baş gösteriyor. Lords of the Fallen’da geçirdiğiniz saatler boyunca genellikle aynı tip mekanlarda yaratık kesiyorsunuz. Devamlı birbirinin aynısı mekanlar görmek bir yerden sonra sıkmaya başlıyor ve mekanların güzel tasarlanmış olması bu durumun önüne geçemiyor.
“Kimsin sen?”
Karakterimizi yaratma zamanı geldi. Geldi gelmesine ama oyunda böyle bir seçenek neredeyse yok. Souls serisinin aksine Lords of the Fallen’da karakterinizin görünüşünü değiştirmek mümkün değil. Yapımcılar bunun yerine sadece sınıf ve büyü kategorisi seçme imkanını oyunculara sunmuş. Warrior, rogue ve cleric sınıfları ile bu sınıflarla uyumlu üç adet de büyü kategorisi var. Sınıf seçiminde vereceğiniz kararın oyununuza çok büyük bir etkisi olmayacağını şimdiden söyleyeyim. Vereceğiniz karar sadece oyuna başlangıç ekipmanlarınızı ve güçlerinizi belirleyecek. Ardından istediğiniz oyun tarzını benimsemekte özgürsünüz.
Sınıf konusunda Souls serisi kadar çeşitli olmaması biraz can sıksa da yetenek dağıtma sistemi basit ama güzel olmasıyla hoşuma gitti. Oyun boyunca kazandığınız tecrübe puanlarınızı save noktalarında iki ayrı bölüme yatırma imkanınız var. Tecrübe puanlarınızı God of War tarzı bir sistemle bu iki bölüme vererek büyü ya da özellik puanı alıyorsunuz. Özellik puanınız klasik RPG oyunlarında olduğu gibi güç, can, dayanıklılık gibi özelliklerinizi geliştirmeye yarıyor. Büyü puanıyla da seçtiğiniz büyü sınıfına ait büyüleri açabiliyorsunuz.
Hazır save noktası demişken konuyu çok fazla dağıtmayıp save sisteminden bahsedelim. Lords of the Fallen bu yönüyle Souls serisine nazaran daha kolay hazırlanmış. Çeşitli yerlerde bulunan save noktalarında oyununuzu kaydedebiliyor, iksirlerinizi yenileyebiliyor ve tecrübe puanlarınızı dağıtabiliyorsunuz. Save yapmaktan da çekinmeyin, oyunu kaydettiğinizde Dark Souls’ta olduğu gibi düşmanların yeniden doğması söz konusu değil. Üstelik bir düşmanı öldürdükten sonra hemen save noktasına dönüp canınızı yenileme gibi bir seneğiniz de var. Fakat bu sistemin oyuncuyu zorlayan yanları da mevcut. Aynı Souls serisindeki gibi öldüğünüz zaman tecrübe puanlarınız öldüğünüz noktada kalıyor. Ruhunuzu ne kadar geç geri alırsanız tecrübe puanlarınız da o kadar azalıyor. Diğer zorlayıcı tarafsa yetenek dağıtımı kısmında. Eğer tecrübe puanınızı yetenek ağacında bir yere yatırmazsanız öldürdüğünüz her düşmandan daha fazla puan almaya başlıyorsunuz. Bu durum da bir başka ikileme yol açıyor. Riske girip daha güçlü olmak mı, yoksa güvenli yolu seçmek mi? Karar sizin.
Dövüş kısmına geçmeden önce loot sisteminden bahsetmek istiyorum. Normal olarak öldürdüğünüz düşmanlardan, keşfettiğiniz yerlerden ve sandıklardan eşya toplayabiliyorsunuz. İşin kötü yanıysa herhangi bir eşya alacak ve bu eşyaları satacak bir yerinizin olmaması. Envanteriniz bir-iki saate kalmadan yavaş yavaş çöplüğe dönüşmeye başlıyor.
“Dövüş zamanı.”
Sıra geldi buram buram Souls kokan dövüş kısmına. Tuş diziliminden, tekme atma gibi kombolara kadar her hareket Dark Souls ile aynı. Geliştiriciler hiç üşenmeden kopyala yapıştır yapmış. Üstelik Dark Souls kadar başarılı da olamamış. Karşılarında böyle bir rakip olmasa Lords of the Fallen’ın dövüş sistemine methiyeler dizebilirdim. Fakat istesek de istemesek de oyunun karşısında oldukça kaliteli dövüş sistemine sahip “Souls” gibi bir seri var.
Dövüş sisteminin Dark Souls’tan eksik olan yanlarından bahsedecek olursak ilk göze çarpan kısım fizikler oluyor. Dark Souls’ta dar koridorda bir düşmanla karşılaştığınızı düşünün. Kılıcınızı savurmanızın ilk saniyesinde duvar sizin ve rakibinizin arasına girerdi. Lords of the Fallen’a geçtiğimizdeyse iki metrelik bir balta savursanız bile duvar size engel olamıyor. Bu sebeple taktiksellik açısından Lords of the Fallen rakibine göre oldukça geride kalmış. Diğer eksi de yine fizikler konusunda. Düşmanın kalkan olmayan bir yerine vurduğunuzda ara sıra sanki kalkan varmışçasına saldırınız engellenebiliyor.
Bu eksikleri geride bıraktığımızda Lords of the Fallen’ın dövüş sistemi oldukça eğlenceli. Bir Dark Souls değil fakat onun sunduğu eğlenceye az çok yakın bir şey sunmayı başarıyor. Eğer Souls oyunlarındaki dövüş mantığını seviyorsanız az önce saydığım kötü taraflara bir süre sonra hiç aldırmayabilirsiniz.
“Zor musun, kolay mı?”
Souls serisinin zorluğundan bıkan oyunculara bir kapı Lords of the Fallen tarafından açıldı. Oyun kolay değil, fakat bir Dark Souls kadar kesinlikle zorlanmayacaksınız. Bunun en büyük sebebiyse Lords of the Fallen’ın dengesiz bir zorluk sistemi olması. Oyun deneyimim oldukça enteresan bir şekilde ilerledi. İlk iki saat güle oynaya giderken bir anda zorluk çıtası yükseldi. İki-üç saat de zorlana zorlana gittim. Ardından karşıma çıkan bir silah on saniye önce terleye terleye öldürdüğüm düşmanı iki saniyede kesmemi sağladı. Birkaç saat devam ettikten sonra aynı döngü yine tekrar etti. Yapımcıların oyunu tasarlarken daha çok çalışması gerekirdi.
İncelemenin sonuna gelmeden önce bir de düşman çeşitliliğine ve boss’lara değineyim. Oyun boyunca karşılaşacağınız düşmanlar mekan çeşitliliğiyle aynı orantıda ilerliyor. Aynı tip düşmanlar kanlı ellerinizde ölmeye devam ediyor. Boss’larda da aynı durum geçerli. Sayı olarak oldukça fazla olsalar da birbirlerine son derece benziyorlar. Boss’ları güzel kılansa size karşı olan davranışları.
Bütün hack and slash oyunlarındaki boss mantığı aynıdır. Öncelikle boss’un saldırı kalıbını öğrenir ve buna göre bir taktik belirlersiniz. Lords of the Fallen ise bu döngüyü kırmak istemiş ve kısmen başarılı da olmuş. Karşılaşacağınız çoğu boss’ta birden fazla aşama oluyor. Canını bir yere kadar indirdiğinizde saldırı şeklini değiştiriyor veya da kartlarına yeni saldırılar ekliyor. Boss’lar çeşit çeşit olmasa da bu özellikleriyle beni etkilemeyi başardı.
“Çakma yeni nesil.”
Lords of the Fallen sadece yeni nesle ve PC’ye çıkan bir oyun. Haliyle insan görsel bir şölen bekliyor. Fakat yapımcıların bütçesi daha geniş olsa bazı kısıtlamalarla çok rahat PlayStation 3’e Xbox 360’a da çıkabilirmişLords of the Fallen. Oyunun kötü grafikleri olmamasına rağmen yeni neslin hakkını tam olarak veremiyor.
Müzik konusundaysa Lords of the Fallen beklentilerimin fazlasıyla üstünde çıktı. Seslendirmeler yeterli kalitede değil, ancak oyun sizi müzikleriyle yeterince etkilemeyi başarıyor. Fantastik temaya oldukça uygun olan besteleri belki müzik listenizde yer almasa bile oyun başında geçirdiğiniz saatleri çok daha değerli kılıyor.
***
Souls diye diye incelemenin sonuna geldik. Lords of the Fallen her anlamıyla bir Dark Souls kopyası olmasına rağmen başarılı bir kopya. Oyun hatalarıyla ve dövüş sistemindeki bazı sorunlarıyla sizi yer yer soğutsa da Lords of the Fallen’ın başında eğlenceli saatler geçireceğinizi söyleyebilirim. Souls oyunlarına zorluğu yüzünden başlamadıysanız Lords of the Fallen şimdilik tek çareniz.
0 yorum:
Yorum Gönder